CENUP YILDIZI
Jules Verne
XX
Dört namzedin Matakit’i takip etmek üzere yola çıktıkları andan itibaren, John Watkins’in keyfi bir hayli kaçmıştı. Her bir gün, her bir hafta geçtikçe, kıymetli elmasın ele geçirilmesi ihtimallerinin azalmakta olduğunu zanneden John Watkins, cin testisini elden hiç bırakmıyor ve sinirleri büsbütün bozuluyordu.
Bundan başka, çiftlikte, seferî heyetten hayatta kalanların ne oldukları hakkında derin bir endişe hüküm sürüyor; çünkü, bir zenci kabile tarafından kaçırılan ve birkaç gün sonra kaçmağa muvaffak olarak Griqualand’a dönen Bardik, Mister Watkins’e, James Hilton’un ve Friedel’in ölümlerini bildirmiş bulunuyordu. Bu itibarla, Cyprien Méré’nin, Annibal Pantalacci’nin ve Çinlinin tehlikeli bir vaziyette olmalarından şüpheleniliyordu.
Alice, derin bir keder içinde idi. Artık şarkı söylemiyor; piyanosu ise daima susuyordu. Deve kuşlariyle de pek az alâkadar oluyordu.
Mis Watkins, şimdi, muhayyilesinde yavaş yavaş büyüyen iki korkunun tesiri altında bulunuyordu. Bu korkulardan birincisi, Cyprien’in bu uğursuz seyahatten artık geri dönmemesi, ikincisi ise, dört namzetten en çok nefret ettiği Annibal Pantalacci’nin Cenup Yıldızı’nı getirerek muvaffakiyetinin mükâfatını istemesi idi. Kendisine hiç değişmiyen bir nefret hissi aşılayan bu hain ve hilekâr Napolilinin — bilhassa Cyprien Méré gibi kibar ve yüksek meziyetli bir erkeği görüp tanıdıktan sonra — karısı olmağa mahkûm edilmek fikri, genç kızı çileden çıkarıyordu. Gündüzleri mütemadiyen düşünüyor, geceleri korkunç rüyalar görüyor; taze yanakları günden güne soluyor ve mavi gözleri, gitgide kararan bir bulutla örtülüyordu.
Genç kız, üç aydanberi, sessizlik ve keder içinde bekliyor; ıstırabı günden güne artıyordu. O akşam, cin testisinin yanı başında gayet ağır surette sızmış olan babasının yakınında olmak üzere, lâmbanın abajuru altında oturmuş bir vaziyette bulunuyor; ihmal ettiği müziğin yerine kaim olmak üzere, başlamış olduğu bir gergef işi üzerine başını eğerek kederli kederli düşünüyordu.
Bu sıralarda kapının hafifçe vurulması, onu hülyalarından birdenbire ayırdı. Böyle bir vakitte kimin gelebileceğini kendi kendine sorup oldukça şaşkın bir halde iken:
— Buyurunuz, diye seslendi.
Genç kızın bütün benliğini yerinden sarsan bir ses cevap verdi:
— Benim, Mis Watkins!
İçeri giren kimse, rengi soluk bir hal almış, yüzü zayıflamış, sakalı bir hayli uzamış ve uzun yürüyüşler dolayısiyle elbiseleri yıpranmış olan o daima çevik hareketli, daima nazik, daima gözlerinin içi gülen ve dudaklarından gülümseme eksik olmıyan Cyprien idi.
Alice, içten gelen bir sevinç ve şaşkınlık haykırışiyle ayağa kalktı. Bir eliyle yüreğinin çarpıntılarını dindirmeğe çalışırken, diğer elini genç mühendise uzattı. Bu sırada Mister Watkins, sızmış vaziyetinden biraz uyanarak gözlerini açtı ve ne olduğunu sordu.
Vaziyeti çiftçiye anlatmak için iki, üç dakikalık bir zamana lüzum hâsıl oldu. Adamcağız, aklını bir az toparlayınca, içten gelen kuvvetli bir sesle:
— Elmas? diye bağırdı.
Heyhat ki, elmas dönmüş değildi.
Bunun üzerine Cyprien, seferî heyetin başından geçen bütün hâdiseleri birer birer anlattı ve genç zencinin masum olduğuna kanaat getirdiğini ilâve etti. O muhteşem mağarayı ve içindeki muazzam servetleri söylememeğe yemin ettiği için bu hususta tek kelime söylemedi. Hikâyesini tamamlarken:
— Tonaia, sözünde durdu, dedi. Şehrine varışımızdan iki gün sonra, avdetimiz için bütün vesait ve erzak hazırdı. Bizzat kralın kumandasında olmak üzere takriben üç yüz zenci ile birlikte hareket ettik. Vagonumuzu bıraktığımız mola mevkiine geldik. Üzerini çalı, çırpı ile örttüğümüz vagonumuzu gayet iyi bir vaziyette bulduk. Dört tüfek vereceğimiz yerde, Limpopo ile Zambez arasındaki müthiş mıntakadan sağ ve salim geçmemizden dolayı bir cemile olmak üzere beş tüfek vererek zenci kralından müsaade istedik!
Mis Watkins sordu:
— Kamptan ayrıldıktan sonra seyahatiniz nasıl geçti?
Cyprien cevap verdi:
— Arazinin ârızalı olmamasına rağmen dönüş seyahatimiz yavaş geçti. Zenci kafilesi bizi Transvaal hududunda bıraktı; Pharamond Barthès ile Basutolar, Durban’a gitmek üzere bizden ayrıldılar. Nihayet Veld içinde kırk günlük bir yürüyüşten sonra buraya geldik!
Bütün bu maceraları dikkatle dinlemiş ve üç adamın geri dönmemesinden dolayı pek o kadar teessür duymamış olan Mister Watkins:
— Peki amma, Matakit neden kaçmış? diye sordu.
Genç mühendis:
— Matakit kaçmıştır; çünkü kendisinde korku hastalığı vardır! diye cevap verdi.
Çiftçi omuz kaldırdı:
— Griqualand’ta adalet yok mu?
— Adalet bazan pek sathî olarak yerine getirilir, Mister Watkins. Ben bu zavallı adamı, elmasın anlaşılmaz tarzda kayboluşundan dolayı hâsıl olan ilk heyecan ve kargaşalık içinde suçlandırılmasından ve şüphelerin kendisi üzerine çevrilmesinden korkmasını tabiî bularak onu mazur görürüm.
Alice söze karıştı:
— Ben de.
— Her ne hal ise, size tekrar edeyim ki, bu adam suçlu değildir ve artık onu serbest bırakacaklarını, kendisine dokunmıyacaklarını umuyorum!
Bu kat’î ifadeye o kadar ehemmiyet vermiyormuş gibi görünen John Watkins:
— Siz bu Matakit’in, polisleri kendisi üzerinden başka tarafa sevketmek için böyle bir korku hilesine baş vurduğunu zannetmez misiniz? dedi.
— Hayır!... Matakit masumdur!... Bu husustaki kanaatim tam ve mutlaktır.
John Watkins, yüksek sesle cevap verdi:
— Düşüncenizi kendinize saklıyabilirsiniz. Ben fikrimi değiştirmem!
Alice, münakaşanın kavga halini alma tehlikesi gösterdiğini görünce, sözü değiştirmek için:
— Mösyö Méré, dedi. Siz buradan gittikten sonra, sizin maden çok mükemmel surette verimli oldu; ortağınız Thomas Steel, Kopje’nin en zengin madencilerinden biri olmak üzeredir. Bundan haberiniz var mı?
Cyprien:
— Hayır, bir şey bilmiyorum! diye cevap verdi. Önce sizi ziyaret etmek istedim, Mis Watkins. Burada bulunmadığım sıralarda olup biten şeylerden hiç haberim yok!
Alice, mükemmel bir ev kadını alâkasiyle:
— Zannedersem, henüz yemek yemediniz galiba? dedi.
Cyprien, kızararak cevap verdi:
— İtiraf ederim.
— Bir şey yemeden gidemezsiniz, Mösyö Méré!... Hastalıktan henüz yeni kalkmış bir kimsenin bu kadar zahmetli bir yolculuktan sonra kendine iyi bakması lâzım!... Saat on bir!
Genç kız, itiraza kulak asmıyarak, derhal mutfağa koşup yemek hazırladı. Cyprien’in önüne sofra kurdu, bu akşam yemeği çok neş’eli geçti. Genç mühendis, bütün hayatında mislini görmediği derin bir iştiha ile yemeğini yedi. Hattâ, tamamen uykuya dalmakta gecikmemiş olan Mister Watkins’in cininden biraz tattı.
Cyprien, Alice’e:
— Üç aydanberi ne yaptınız, bakalım? diye sordu. Kimya derslerinizi unutmuş olmanızdan korkuyorum.
Mis Watkins, hafif bir serzeniş sesiyle:
— Hayır, Mösyö, yanılıyorsunuz! diye cevap verdi. Bilâkis çok meşgul oldum; hattâ lâboratuvarınızda bazı tecrübeler yapacak kadar kendimde cesaret te buldum. Fakat merak etmeyiniz, hiç bir şeyinizi kırmadım ve her şeyi yerli yerine koydum, Lâboratuvarınızın intizamını bozmadım! Kimyayı çok seviyorum. Ne yalan söyliyeyim, kendinizi madenci yapmak yahut ta Veld’de dolaşmak için bu kadar güzel bir ilmi ihmal edebilmenize bir türlü akıl erdiremiyorum!
— Sözlerinizi biraz yersiz buluyorum, Mis Watkins; çünkü benim kimyayı neden ihmal ettiğimi çok iyi biliyorsunuz!
Alice, kıpkırmızı kesilerek:
— Bir şey bilmiyorum, diye cevap verdi. Sizin yerinizde olsaydım, tekrar elmas yapmağı denerdim! Yer altında araştırma yapmaktansa, bu tarzda çalışmak her halde daha iyidir!
Cyprien biraz titrek bir sesle sordu:
— Bu bir emir mi?
Mis Watkinls, gülerek:
— O, hayır, ne münasebet! diye cevap verdi. Nihayet bir ricada bulunuyorum!...
Sonra, sözlerinin hafif tonunu değiştirmek istiyormuş gibi:
— Mösyö Méré, diye devam etti, çektiğiniz zahmetleri, karşılaştığınız bütün tehlikeleri düşündükçe ne kadar üzüldüğümü bir kere bile bilseydiniz!... Mâruz kaldığınız bu tehlikelerin teferruatını bilmiyorum; fakat nasıl olduklarını tahmin edebiliyorum! Sizin gibi, ilim sahibi ve güzel çalışmalar için mükemmel surette hazırlanmış ve büyük keşifler, ihtiralar vücuda getirmeğe elverişli olan bir adamın, çöllerde sefil bir hayat sürerek, bu hayatı nihayet bir yılan ısırmasına veyahut ta bir kaplan pençesine maruz bırakarak, gerek ilim, gerekse insanlık âlemi için hiç bir menfaat temin etmiyecek bir maceraya atılmasının katiyen doğru olmadığını kendi kendime söylüyor, bu hareket tarzınızı bir türlü anlıyamıyorum... Siz buradan gitmekle bir suç işlemiş oldunuz!... Bu düşüncelerimde tamamen haklıyım!... Nihayet buraya dönmüş olmanız hemen hemen bir mucize eseridir... Eğer dostunuz Pharamond Barthès olmamış olsaydı...
Genç kız sözlerini tamamlıyamadı; fakat gözlerinden akan iki iri yaş, bütün düşüncesini tamamlamış oldu.
Cyprien, derin bir teessür ve heyecan içinde idi. Yalnız:
— İşte öyle iki gözyaşı ki, benim için dünyanın bütün elmaslarından daha kıymetli ve bütün yorgunluğumu unutturacak kadar teselli edici, demekle iktifa etti.
Arada bir sükût devresi geçti ve genç kız, muhavereyi kimya tecrübeleri bahsi üzerine getirerek bu sükûtu bozdu.
Cyprien’in kendi evine dönmeğe karar verdiği sırada, saat, gece yarısını geçmişti. Fransa’dan gelen ve Mis Watkins tarafından çalışma masası ürerine itina ile konulmuş olan bir sürü mektup genç adamı bekliyordu.
Mühendis, uzun gaybubeti esnasında gelmiş olan bu mektupları ürkeklikle açıyor ve içlerinden her hangi bir felâket haberi çıkması ihtimalini düşünerek, ürkek bir hal alıyordu!... Babası, annesi, küçük kız kardeşi Jeanne’ı düşünüyordu!... Geçen üç aylık zaman zarfında birçok şeyler olabilirdi!
Genç mühendis, bütün mektupları çabucak gözden geçirip, içlerinde zevk ve neş’e veren haberlerden başka bir şey olmadığını anlayınca geniş bir nefes aldı. Bütün ailesi ve dostları sıhhatte bulunuyorlardı. Bakanlıktan, elmas teşekkülü hakkındaki güzel nazariyesi için kendisine hararetli tebrikte bulunuluyor; ilmî bakımdan lüzumlu gördüğü takdirde, Griqualand’da altı ay kadar daha kalabileceği bildiriliyordu. Cyprien, almış olduğu bu haberleri o kadar güzel, o kadar iyi bulmuştu ki, yatağına yattı ve o gece, uzun zamandanberi hissedemediği bir iç rahatlığı ile derin bir uykuya daldı.
Ertesi günün sabahı, arkadaşlarını ve bilhassa müşterek madende mükemmel elmaslar bulmuş olan Thomas Steel’i ziyaret etti. Lancashireli mert adam, ortağını çok samimî bir sevinçle karşıladı. Cyprien, dostu ile anlaşarak, Bardik’in ve Li’nin madende çalışmalarını temin etti. Bundan da maksadı, iki adamın kendilerine küçük bir sermaye yapmaları idi.
Kendisine gelince, fazla bir menfaat göremediği maden işinden bir servet kazanmağa artık teşebbüs etmiyecekti. Alice’in arzusuna göre, kimya araştırmalarına tekrar başlamağa karar vermişti.
Cyprien, lâboratuvar hayatına tekrar başlamıştı; fakat muvaffak olduğu yoldan ayrılmak istemediği için, ilk tecrübelerine tekrar başlamağı düşünmüştü. Bu düşüncesinde bir sebep, çok haklı bir sebep vardı; çünkü, sun’î elmasa artık ebediyen kaybolmuş nazariyle bakılmasındanberi, Cyprien ile Alice’in evlenmesine razı olan Mister Watkins, bu meseleden hiç bahsetmez olmuştu. Eğer genç mühendis, kıymeti milyonlara varan fevkalâde bir elmas daha yapmağa muvaffak olursa, çiftçi eski fikrine belki dönebilirdi.
Cyprien, vakit kaybetmeden işe başlaması hususundaki kararını Vandergaart-Kopje medencilerinden saklamamıştı. Yüksek mukavemette yeni bir tüp temin ettikten sonra, ayni şartlar dahilinde olmak üzere, çalışmalarına başlamıştı.
Alice’e:
— Bununla beraber, diyordu, kristalize karbonu, yani elması istihsal etmek için, elimde bulunmıyan şey, tebahhur yahut ta soğuma ile karbonu kristalize bir hale getirecek olan temizleyici bir muhallildir. Bu muhallil, karbon sülfürde alümin için bulunmuştur. Bu itibarla, karbon yahut ta bor ve silis gibi mütecanis cisimler için de bir araştırma yapmak zarureti vardır.
Cyprien, bu muhallile sahip olamadığı halde, işine hummalı bir faaliyetle devam ediyordu. İhtiyatlı bir hareket olmak üzere henüz kampta görülmiyen Matakit’in yokluğu dolayısiyle, ateşi gece gündüz yakmak vazifesi Bardik üzerinde bulunuyor ve zenci bu işi, arkadaşı kadar gayretli bir çalışma ile başarıyordu.
Cyprien, Griqualand’da daha bir müddet kalmasından istifade ederek, iş programına dahil olup henüz yapmamış olduğu bir çalışmayı yerine getirmek istiyordu ki, bu çalışma da, mıntakadaki elmas damarlarının teşekkül ettiği devirde vukua gelmiş çöküntüleri, toprak arızalarını esaslı surette tesbit etmekti.
Transvaal’dan dönüşünden beş, altı gün sonra, bu tesbit işi üzerinde dikkatle durarak, mesaha ameliyesine başlamıştı. Direkleri dikiyor ve Kimberley’den temin etmiş olduğu mufassal bir plân üzerine işaret noktaları koyuyor; fakat ne kadar gariptir ki, elde ettiği rakamlar bu plâna kat’iyen uymuyor ve arada nisbetsiz derecede farklar çıkıyordu. Genç mühendis, nihayet plânın yanlış çizilmiş olduğunu, arz ve tul derecelerinin hatalı bulunduğunu kabul etmek zorunda kalmıştı.
Cyprien, bu durum karşısında, Paris rasathanesine göre ayar edilmiş mükemmel bir kronometreyi, tul derecesini tayin için kullanmıştı. Pusulasının doğruluğundan emin olduğu için, yaptığı rasatların kontrolü için istinat ettiği haritanın mühim bir cihet hatası dolayısiyle tamamen yanlış çizildiğini tereddütsüz olarak tesbit etmişti.
Haritanın, İngiliz usulüne göre, çapraz bir okla gösterilen şimali, hakikatte şimal-şimal batıda bulunuyordu. Vaziyet böyle olunca, pek tabiidir ki, haritanın diğer bütün noktalarının ayni nisbetteki hataya göre tesbit edildiği anlaşılıyordu.
Genç mühendis birdenbire:
— Allah Allah, ne görüyorum! diye bağırdı. Haritayı yapanlar, mıknatıs tahavvülâtını nazarı dikkate almağı unutmuşlar!
Cyprien, elmas madenleri sahasının cihet tâyininde husule gelmiş olan hatanın gizlenmesinde bir sebep göremiyerek, aynı gün çiftliğe dönerken, Jacobus Vandergaart’a uğradı ve meseleyi kendisine anlattı.
— Elmas madenleri sahasının bütün plânlarını bozan bu büyük mesaha hatasının hâlâ meydana çıkmamış olması, bir hayli şaşılacak hâdisedir!. Bu hal, memleketin bütün haritaları üzerinde çok mühim tashihat yapılmasını icap ettirmektedir.
İhtiyar san’atkâr, Cyprien’e acaip bir hal ile bakıyordu.
— Söyledikleriniz doğru mu? dedi.
— Elbette.
— Bu meseleyi mahkeme huzurunda ispata hazır mısınız?
— İcap ederse, on tane mahkeme huzuruna çıkarım!
— İddianıza itirazda bulunmak kabil değil midir?
— Katiyen, çünkü, bu işi izah için hatanın sebebini ortaya koymak kâfidir. Mesele oldukça basit ve açıktır! Rasat hesaplarında mıknatıs inhirafı unutulmuştur!
Jacobus Vandergaart, bir şey söylemeden çekildi ve Cyprien, bu ihtiyar adamın, bütün mıntaka plânlarındaki mesaha hatasını ne kadar garip bir alâka ile karşıladığını çabucak unuttu. Bu görüşmeden iki gün sonra, ihtiyar san’atkârı görmek üzere evine uğradığı vakit kapıyı kapalı buldu.
Kapı tokmağına asılmış olan levha üzerine yine tebeşirle yazılmış olan bir, iki kelime, ihtiyar adamın işleri için bir müddet evinde bulunmıyacağmı bildiriyordu.
|