CENUP YILDIZI
Jules Verne
XXII
Bu arada, Mis Watkins, bütün geçen hâdiseleri ve hattâ genç mühendisin canını sıkan maskeli adamlar sahnesini öğrenmişti.
Mühendisle karşılaşınca:
— Mösyö Cyprien, dedi, hayatınız dünyanın bütün elmaslarından daha kıymetli değil mi? Artık bunları düşünmiyelim ve bundan sonra bu gibi denemelerden vaz geçiniz!
— Öyle mi emrediyorsunuz, Mis Alice?
Genç kız cevap verdi:
— Evet! Evet!... Başlamanız için nasıl emir verdi isem, şimdi de bırakmanız için emir veriyorum... Ne yapayım, benden emir almak istiyorsunuz!
Cyprien, Mis Watkins’in uzatmış olduğu eli tutarak:
— O emirleri yapmak isterim! diye cevap verdi.
Genç kız, Matakit’in mahkûmiyetini ve bu mahkûmiyete bilhassa babasının sebep olduğunu öğrenince beyninden vurulmuşa döndü. O da, zavallı zencinin suçlu olduğuna inanmıyordu! Cyprien ile mutabık kalarak, bu bedbaht adamı kurtarmak istiyor; fakat babasının bu işde dahli olduğunu bildiği için, en haksız ithamları yüklenmiş olanı zavallı zencinin nasıl kurtarılabileceğine akıl erdiremiyor, meselenin çıkar tarafı olmadığını görüyordu.
Şunu da ilâve edelim ki, çiftçi, gerek dikilmiş olan darağacmı göstermek gerekse, söylediği takdirde, hayatının bağışlanacağını bildirmek suretiyle Matakit’ten bir itiraf gözü koparamamıştı. Mister Watkins, Cenup Yıldızı’nı bulmak hususundaki bütün ümitlerini kestikçe canavar gibi bir hal alıyor; yanına yaklaşmak kabil olamıyordu. Bununla beraber, kızı, babası nezdinde son bir teşebbüste bulunmak istiyordu.
Mahkûmiyet kararının ertesi günü, bacağında her zamankinden; biraz daha hafif sızı duyan Mister Watkins, bu iyi halinden istifade ederek, tapu senetleri, kontratlar, mektuplar gibi muhtelif evrakını gözden geçiriyordu. Arka tarafında oturmuş olan Alice, kâh pencereye bakarak, kâh Mister Watkins ile kızının hareketlerini, hemen hemen insan gibi, iri gözleriyle süzerek mutat serbestisi ile salonda dolaşan deve kuşu Dada ile meşgul olmaksızın örgü işi yapıyordu.
Çiftçinin birdenbire çıkarmış olduğu kuvvetli bir ses, Mis Watkins’in başını kaldırttı.
— Bu hayvana tahammül edilmez! dedi. İşte yine kâğıtlarımdan birini aldı!... Dada!... Gel buraya!...
Bu kelimelerin arkasından bir küfür yağmuru başladı.
— Ah! pis hayvan, yuttu!... Eyvahlar olsun, mühim bir vesikayı yuttu!... Kopje’min işletilmesi imtiyazı gitti!... Tahammül edilmez bu hale... Fakat, onu boğacağım... Geberteceğim...
Hiddetten kıpkırmızı kesilen ve artık kendine hâkim olamıyan John Watkins, derhal ayağa kalktı. Salonda iki, üç defa tur yapan deve kuşunun arkasından koştu. Hayvan pencereden dışarı atladı.
Sevdiği hayvanın mahvolacağını sezen Alice:
— Baba, diye bağırdı. Rica ederim, sakin olunuz!... Beni dinleyiniz!... Hastalanacaksınız!
Fakat Mister Watkins’in hiddeti son dereceyi bulmuştu. Hiç bir şey dinlemiyordu. Deve kuşunun bu kaçışı onun gazabını büsbütün tahrik etmişti.
Gırtlağını sıkıyorlarmış gibi barbar bağırıyordu:
— Hayır, olmaz, bu kadarı fazla!... Bu pis hayvanın işini bitirmeli artık!... Tapu senetlerimin en mühiminden vaz geçemem!... Bir kurşun bu hırsız hayvanın aklını başına getirir!...
Alice, gözleri yaşlarla dolu olarak babasının peşi sıra gidiyordu.
— Size yalvarırım, bu zavallı hayvanı bırakınız! diyordu. Bu kâğıt o kadar mühim mi?... Bir ikincisini almak kabil değil mi?... Bu kadar küçük bir kabahat için zavallı Dada’mı karşımda öldürerek beni üzmek mi istiyorsunuz?
Fakat John Watkins’in kulağına lâf girmiyor; öldüreceği hayvanı arıyarak her bir tarafa bakınıyordu.
Nihayet, hayvanın Cyprien Méré tarafından işgal olunan kulübeye doğru gittiği görüldü. Çiftçi tüfeğini derhal kaldırdı; fakat Dada, kendi aleyhinde olan tasavvuru sezinlemiş gibi, eve çabucak daldı.
John Watkins, deve kuşunun üzerine doğru yürüyerek:
— Dur, bekle!... Şimdi yanına geliyorum, uğursuz hayvan!... Görürsün sen!... diye haykırdı.
Alice, babasına söz geçirmek için son bir gayret sarfetmekten geri kalmamakla beraber gitgide dehşete düşüyordu.
Her ikisi de genç mühendisin evi önüne gelmişlerdi. Deve kuşu meydanda yoktu! Dada görünmüyordu! Bununla beraber, küçük tepeden aşağı inmiş olması imkânsızdı; zira çiftlik civarında görünmesi icap ederdi. Ya kulübe kapısından, yahut ta arka tarafa açılan pencerelerden girmiş olması lâzım geliyordu.
John Watkins, bunları düşünerek kulübenin kapısına koştu ve kapıyı vurdu.
Kapıyı bizzat Cyprien açtı.
Genç adam, bu hiç beklenilmedik ziyaretten oldukça şaşırarak:
— Mister Watkins?... Mis Watkins?... Sizleri evimde görmekle bahtiyarım!... dedi.
Soluk soluğa bir halde olan çiftçi, meseleyi bir kaç kelime ile, fakat dehşetli bir asabiyetle izah etti.
Cyprien, John Watkins ile Alice’i eve kabul ederek:
— O halde, suçluyu hep beraber ararız! diye cevap verdi.
Çiftçi tüfeğini kavrıyarak:
— Hesabı çabucak görülmüş olmalı! dedi.
O esnada, genç kızın, Cyprien’e yalvaran bir nazarla bakması, hayvan hakkında kurulan projenin ne kadar müthiş olduğunu anlattı. Bunun üzerine Cyprien, derhal kararını verdi. Bu karar gayet basitti: Deve kuşunu bulmıyacaktı. İçeri giren Çinliye Fransızca olarak:
— Li, dedi, deve kuşunun senin odaya girmiş olmasından şüpheleniyorum! Hayvanı yakala ve ben Mister Watkins’i mukabil cihette dolaştırırken, sen de onu kimseye görünmeden kaçırmağa bak!
Ne yazık ki bu plân suya düştü. Deve kuşu araştırmaların başladığı ilk odaya sığınmıştı. Küçülerek, başını bir iskemle altına gizliyerek, fakat tam öğle vaktindeki güneş gibi apaçık görünerek orada bulunuyordu.
Mister Watkins, hemen hayvanın üzerine atıldı:
— Ah, kepaze, senin hesabın şimdi görülecek!
Bununla beraber, her ne kadar hiddetli ise de biraz duraklar gibi oldu; çünkü muvakkat bile olsa, kendisinin işgalinde olmıyan bir ev içinde tüfek patlatmak hiç te doğru bir hareket olmazdı.
Alice, vaziyeti görmemek için ağlıya ağlıya başını çevirmişti.
Genç kızın derin kederi, mühendise bir fikir ilham etti. Birdenbire:
— Mister Watkins, dedi. Kâğıdınızı geri almak istiyorsunuz, değil mi? O halde, ben de size söyliyeyim ki, bu kâğıdı elde etmek için Dada’yı öldürmek tamamen lüzumsuzdur! Kâğıdın bağırsaklara henüz geçmemiş olmasına göre kursağını açmak kâfidir! Operasyonu yapmama müsaade eder misiniz? Bu cerrahî işini başaracağımı umuyorumı!
Çiftçi, gerek intikam hissinin gerekse hiddetinin hafiflemesi veyahut ta kızının kederinden müteessir olması dolayısiyle, biraz düşünür gibi oldu ve teklif edilen çareyi kabul etti.
Zavallı Dada’nın mütevekkil vaziyetine bakılınca, yapılacak operasyonun ilk görüşte zannedildiği kadar kolay olmadığı anlaşıldı. Küçük boyda bile olsa, kuvveti hakikaten tehlike doğuracak bir organizmaya malik olan deve kuşuna dokunmak bir hayli zor işti. Acemi cerrahın neşterini yiyecek olan hayvan, derhal isyan ederek hiddete gelecek ve kuduz savletile çabalanacaktı. Bu itibarla, Li ile Bardik, Cyprien’e yardımcı olarak çağırıldılar.
Deve kuşu evvelâ mükemmel surette bağlandı. Zavallı Dada, en hafif mukavemette dahi bulunamıyacak vaziyete getirildi.
Cyprien, bu kadarla kalmadı. Mis Watkins’in üzüntülerini hafifletmek maksadile, deve kuşunun çekeceği acıyı azaltmak istedi ve hayvanın başını kloroformlu bir kompresle örttü.
Bunu da yaptıktan sonra, işin sonu üzerinde bir az endişe duymaktan kendini alamıyarak operasyona başladı.
Bu ameliyat hazırlıklarından dolayı zaten bir hayli heyecana düşerek bir ölü gibi sararmış olan Alice, bitişik odaya geçmişti.
Cyprien, Dada’nın kursağını açtı. Yarmış olduğu yerden eli içeri sokmak kolaydı. Nitekim öyle yaptı. Mister Watkins’in pek canını sıkan vesikayı bularak dışarı çıkardı. Kâğıt yuvarlak bir hal almış ve biraz buruşmuştu; fakat hiç bozulmamıştı.
Cyprien, elini tekrar daldırarak:
— Bir şeyler daha var, dedi. İşte bir fil dişi bilya.
Sonra:
— Mis Watkins’in röpriz bilyası! diye bağırdı. Halbuki Dada bunu beş ay evvel yutmuştu!... Bilya iri olduğu için, kursağın aşağı deliğinden geçemedi her halde!...
Cyprien, bilyayı Bardik’e verdikten sonra, Roma harabeleri içinde çalışan bir arkeolog gibi, araştırmalarına devam etti.
Hayret içinde kalarak:
— Bir bakır şamdan! diye bağırdı ve eğri büğrü olmuş, ezilmiş ve okside bir hale gelmiş olan bu basit şamdanı dışarı çıkardı.
Şamdanın meydana çıkmasile Bardık ile Li o kadar gürültülü bir tarzda gülmeğe başladılar ki, seslerini Alice te duydu ve genç kız, odaya girerek dostlarının yanına yaklaşmaktan kendini alamadı.
Cyprien, elini daldırdıkça, envanterini saymakta devam ediyordu:
— Madenî paralar!... Bir anahtar!... Bir tarak!...
Birdenbire yüzü sapsarı kesildi. Parmakları, müstesna şekildeki bir cisme tesadüf etmişti!... Hayır!... Yanılmasına imkân yoktu, bundan şüphe edemezdi!... Bununla beraber, böyle bir tesadüfe inanmağa dahi cesaret edemiyordu.
Nihayet, elini kursaktan dışarı çekti ve yakaladığı şeyi havaya kaldırdı.
Bu esnada John Watkins’in ağzından müthiş bir sada çıktı:
— Cenup Yıldızı!
Evet!... Meşhur elmas, parlaklığından hiç bir şey kaybetmemiş olarak sapa sağlam bulunmuştu. Elmas, pencereden giren ışıkta bir yıldız gibi parıldıyordu!
Yalnız ortada garip bir vaziyet vardı ve bu vaziyet orada bulunanların dikkatlerine çarpıyordu. Elmas rengini değiştirmişti.
Vaktiyle siyah olan Cenup Yıldızı, şimdi pembe bir renge, hem de berraklığına, parlaklığına bir fevkalâdelik verecek kadar tatlı bir pembeliğe bürünmüştü.
Mister Watkins, hayret ve sevinç dolayısiyle evvelâ nefesi kesildiği için susmuş olduğundan söz söyleyebilecek bir hale gelince:
— Bu vaziyet kıymetini düşürür mü acaba? diye sordu.
Cyprien:
— Bilâkis! diye cevap verdi.
Mister Watkins, rüya görmediğinden emin olmak için elması eline alıp sıkarak:
— Ah, Yarabbi... Tanrı’ya şükürler olsun, seni yine buldum, benim güzelim! diye tekrarlayıp duruyordu. Beni ne kadar üzdün... Artık bir daha seni elimden kaçırmıyacağım!
Mister Watkins, bu sözleri söylemekle beraber, elması gözlerinin önüne kadar kaldırıyor, onu nazarlariyle okşuyor; tıpkı Dada gibi yutmağa hazırmış gibi görünüyordu.
Cyprien, bu sırada, deve kuşunun kursağına dikkatle dikti ve hayvanın bağlarını çözdü.
Çok bitkin bir halde olan Dada, başını eğmiş bir halde duruyor ve kaçmak niyetinde olmadığını gösteriyordu.
Elmasın tekrar meydana çıkışından daha ziyade sevdiği hayvanın çektiği ıstıraptan pek heyecan duymuş olan Alice:
— Acaba kendine gelmiyecek mi, Mösyö Cyprien? diye sordu.
Cyprien cevap verdi:
— Nasıl olur, Mis Watkins? Muvaffak olacağımdan emin olmasaydım, ameliyat yapmağa teşebbüs eder mi idim? Üç güne kadar hiç bir şeyi kalmaz... Artık bundan sonra Dada’yı gözetmeli ve boşalttığımız dikkate şayan cebi tekrar doldurmasına meydan vermemeli.
Alice, bu sözlerden teselli bularak, bütün üzüntüleri, zahmetleri ödiyen şükran dolu bir nazarla genç mühendise baktı.
Bu esnada, güzel yıldızını tekrar elde etmeğe muvaffak olan Mister Watkins, dışarı çıkarken, resmî ve azametli bir tavırla:
— Mösyö Méré, dedi, bana büyük bir hizmette bulundunuz; bu hizmetin karşılığım nasıl ödiyeceğimi bilemiyorum!
Cyprien’in kalbi kuvvetli şekilde çarpmağa başlamıştı.
Karşılık ödemek te ne demekti? Mister Watkins, bunu gayet basit bir tarzda yapabilirdi! Meselâ, vaadini tutmak hususunda zorluk çıkarmaması icap ederdi! Cenup Yıldızı’nı kim getirirse, kızını ona vereceğini vaadetmişti! Bu elması, mutlaka Transvaal içlerinden getirmek şart değildi ya!...
Genç adam, bu sözleri kendi kendine söylüyor; fakat çok mağrur olduğu için bu düşüncesini yüksek sesle ifade edemiyordu. Bu düşüncenin esasen çiftçinin kafasında da doğacağına hemen hemen muhakkak nazariyle bakıyordu.
Bununla beraber, John Watkins, bu mevzu hakkında tek kelime söylemedi ve peşi sıra gelmesi için kızına işaret ettikten sonra kulübeyi terketti; ikametgâhına döndü.
Birkaç saniye sonra, Matakit’in serbestisi temin olunuyor ve zavallı zenci, Dada’nın pisboğazlığı yüzünden hayatına mal olacak büyük bir felâketi bu suretle ve ucuzca atlatmış oluyordu.
|